BİLİMFARKINDALIKFİKİR LİDERLERİ DERGİSİNADİR HASTALIKLARÖNE ÇIKAN HABERLER

Naci Polat: “Yenidoğan metabolik hastalıklarda biyokimyasal analizlerin önemi”

Ankara Üniversitesi Nadir Hastalıklar Uygulama ve Araştırma Merkezi Laboratuvarlar ve Kalite Koordinatörü Öğr. Gör. Dr. Naci Polat Fikir Liderleri Dergisi okurları için yazdı: "Yenidoğan metabolik hastalıklarda biyokimyasal analizlerin önemi!.."
Ankara Üniversitesi Nadir Hastalıklar Uygulama ve Araştırma Merkezi Laboratuvarlar ve Kalite Koordinatörü Öğr. Gör. Dr. Naci Polat Fikir Liderleri Dergisi okurları için yazdı: “Yenidoğan metabolik hastalıklarda biyokimyasal analizlerin önemi!..”

Nadir hastalıklar, genetik ve genetik olmayan nedenlere bağlı çok heterojen bir dizi bozukluktur. Genetik temelli nadir hastalıklar içinde, doğuştan metabolizma hataları olarak adlandırılan ve tanısı genellikle önceden klinik şüphe temelinde seçilen hastalarda biyolojik sıvılardaki metabolitlerin ölçümü yoluyla konulan bir hastalık grubunu oluşturan bir bozukluk alt grubu vardır. Biyokimyasal değişiklikler, bir doğuştan metabolizma hataların varlığını düşündüren ve bazen tanının yönlendirilmesini sağlayan temel laboratuvar testlerindeki hafif anormalliklerden, bu hastalıkların her birinin spesifik biyokimyasal belirteçlerinde (özellikle metabolitler) çok önemli değişikliklere kadar uzanmaktadır. Bu hastalıklar için herhangi bir teşhis sürecindeki son adım, spesifik genlerde hastalığa neden olan mutasyonların tanımlanmasıdır.

Genomiks

Genomiks genel olarak organizmaların genomlarının incelenmesidir. Bu incelemeler genomun DNA sekansının ortaya çıkarılmasını ve aynı zamanda genom içindeki etkileşimleri de ortaya çıkarmayı amaçlar. Buna karşılık her bir genin fonksiyonlarının ortaya çıkarılması ise daha ziyade moleküler biyoloji ve genetiğin çalışma alanlarıdır. Tek bir genin araştırılması, eğer o genin veya ürünlerinin araştırılması tüm genom ağı üzerinde etkili değilse, genomiks çalışmaları kapsamına girmez. Bir genom tek bir birey organizmayı oluşturan tüm genlerin toplamıdır. Dolayısıyla bu tarife göre genomiks bir hücredeki veya dokulardaki genlerin tümünün DNA düzeyinde (Genotip), mRNA düzeyinde (Transkriptom) veya protein düzeyinde (Proteom) çalışılmasıdır.

Fonksiyonel genomiks olarak tanımlanan bir alt çalışma alanı, özellikle bir organizmanın genomu ile fenotipi arasındaki ilişkiyi anlamayı amaçlar. Fonksiyonel genomiksten gelen bilgi neticesinde, bir organizmanın genomunda kodlanmış bilginin nasıl olup da biyolojik fonksiyonların oluşmasına yol açtığı daha net bir şekilde ortaya çıkarılır. Belli bir mutasyonun, belli bir fenotipin otaya çıkmasını nasıl sağladığının daha iyi anlaşılması, özellikle genetik hastalıkların daha iyi incelenmesini ve böylece tedaviye yönelik daha etkili çözümlerin ortaya çıkarılmasını sağlayacaktır. Fonksiyonel genomiks bir biyolojik numunenin içindeki mRNA’lar ve proteinler gibi gen ürünlerinin miktarını belirleyebilmek için daha çok multipleks teknikler kullanır. Bu ölçümler bir arada değerlendirildiği zaman gen ve protein fonksiyonları ve etkileşimleri daha iyi anlaşılır.

Proteomiks

Proteomiks, büyük ölçüde proteinlerin ve özellikle de onların yapılarının ve fonksiyonlarının çalışılmasıdır. Proteinler hücrelerdeki fizyolojik metabolik yolların temel yapıları olmaları nedeniyle, yaşayan organizmaların temel öğeleridir. İlk defa 1997’de bilimsel çevrelerde kullanılmaya başlayan “Proteomiks” protein ve genomdan türetilmiş bir ifadedir. Proteom bir organizmadaki üretilen proteinlerin tümünü ve bu protein ürünlerindeki her türlü modifikasyonu da kapsamına alır. Bu nedenle, proteom zamanla (organizmanın yaşıyla) ve ayrıca organizmanın, hücrenin geçirdiği değişik streslerle de değişiklik gösterecektir.

Genomiksten sonra proteomiks her ne kadar biyolojik sistemlerin anlaşılmasında bir sonraki basamak olarak düşünülse de aslında olay daha karmaşıktır. Bir organizmanın genomu sabit kalırken proteom ise hücreden hücreye ve değişik zamanlarda farklılık gösterir. Buradaki temel neden de farklı hücre tiplerinde farklı genlerin eksprese olmalarıdır. Bu nedenle de proteomiks çalışmalarında, her bir hücrede eksprese olan temel proteinler bile çalışılmalıdır.

Proteomiks tam olarak ortaya çıkmış proteinin miktarı ve onun yapısıyla ilgilenir. mRNA her zaman standart bir translasyon mekanizması ile proteine dönüşmeyebilir. Belli bir miktar mRNA’ya karşı oluşturulacak protein miktarı, önce transkripsiyonun yapıldığı gene ve ardından hücrenin o andaki fizyolojik koşullarına bağlıdır.

Kütle spektrometresi tabanlı proteomik çalışmalar için jel elektroforezi, kütle spektrometresi, SELDI-TOF gibi çeşitli analitik yöntemler kullanılmaktadır. Öncelikle proteinler biyolojik örneklerden ekstrakte edilir ve çeşitli ayırma yöntemleriyle fraksiyonlara ayrılır. Bir boyutlu jel elektroforezinde proteinler boyutlarına göre ayrılır. İki boyutlu jel elektroforezinde proteinler izoelektrik nokta ve boyuta göre ayrılır. Sıvı kromatografisinde, sindirilmiş proteinler iki boyutlu (güçlü katyonik değişim ve ters faz) veya üç boyutlu (güçlü katyonik değişim, avidin ve ters faz) sıvı kromatografisi ile fraksiyonlara ayrılır. Dördüncü yöntemde ise proteinler yüzey -geliştirilmiş lazer- desorpsiyon iyonizasyon (SELDI) teknolojisinde fiziksel, kimyasal veya biyokimyasal özelliklerine göre fonksiyonel özelliklerine göre ayrıştırılır.

Metabolomiks

Metabolomiks, genomiks ve proteomiksin daha genç bir kuzenidir. Tam olarak metabolomiks tanımıyla kastedilen bir organizmada herhangi bir andaki tüm metabolitlerin toplamı ve bunların etkileşimidir. Daha ziyade metabolitlerin tümü anlamına gelen metabolom organizmanın genotipi ile olduğu kadar, fizyolojisi ve bulunduğu çevresiyle de ilişkilidir. Bu nedenle metabolomiks başka çalışma alanlarından biraz daha farklı olarak, genotip – fenotip ilişkisine olduğu kadar genotip – çevre ilişkisine de yaklaşır. Bu çalışma alanı giderek artan bir şekilde, farmakoloji, preklinik ilaç deneme çalışmaları, toksikoloji, transplant izlenmesi, yenidoğan taramaları ve klinik kimya gibi alanlarda kullanılmaktadır. İnsan vücudunda yaklaşık 3000 metabolit (kan, idar, BOS ve diğer dokular) tespit edilmiştir. Bu metabolitlerin hepsi birden herhangi bir doku veya biyolojik sıvıda bir arada bulunmazlar. Bunun da oldukça basit bir nedeni, farklı biyolojik sıvı veya dokuların farklı metabolik rollerinden dolayıdır.

Yenidoğan Tarama Testleri

Yenidoğan tarama testleri, yenidoğan bebekleri, çoklukla tedavi edilebilen genetik, metabolik, endokrinolojik ve hematolojik hastalıklar yönünden taramak demektir. Bu yöndeki çalışmalar ilk olarak 1960’larda Robert Guthrie’nin bebek topuğundan filtre kağıdına alınan örneklerde fenilketonüri taraması yapmasıyla başlamıştır. 70’li yıllarda bu taramaya konjenital hipotiroidizm taramaları eklenmiştir. 90’lı yılların başlarında Edwin Naylor ve diğerlerinin katkıları ile geliştirilen kütle spektrometresi sayesinde kanda düzeyi artan bazı organik asitlerin tespiti ile konjenital metabolik hastalıkların taranması büyük bir potansiyel gelişme göstermiştir. Geçen yıllar boyunca tarama testlerine yenileri ilave edilmiş ve birçok ülke bazı farklılıklarla bu tarama testlerini yenidoğanlarda uygulamaya geçmiştir. Amaç metabolik bozukluğu olan bebekleri hızla tespit ederek tedavilerini zaman kaybetmeden en etkin biçimde gerçekleştirmektir. Yenidoğanlara doğumsal hormonal ve metabolik bozukluklarının (kan hücre bozukluğu, yenidoğan amino asit metabolizma bozuklukları, konjenital enfeksiyonlar ve çeşitli multisistem hastalıkları gibi) diğer organik asit metabolizması bozuklukları, yağ asidi metabolizma bozuklukları, erken tanısı ve tedavisine yönelik olarak tarama testlerinin yapılması günümüzde tüm gelişmiş ülkelerde aşı uygulaması gibi standartlaşmış bir uygulamadır. Yenidoğan metabolik hastalıklarının bazıları yaşam tehlikesi taşırken, bazıları da zeka geriliğine yol açar, fiziksel gelişimi olumsuz olarak etkiler ve diğer bazıları yaşam boyu sürecek problemlere yol açar. Bu nedenle erken tanı konması çok önemlidir.

Herhangi bir metabolik hastalığı henüz belirtileri ortaya çıkmadan saptayan yöntemlere metabolik tarama testleri adı verilir. Tarama testleri ile metabolik hastalıklar henüz kalıcı hasar yaratmadan yakalanabilmektedir. Taraması yapılan hastalıklar seyrek rastlanan durumlardır ve büyük olasılıkla yenidoğanda böyle bir hastalık bulunmayacaktır. Ancak tamamen sağlıklı ailelerin bebeklerinin de bu hastalıklardan birine maruz kalabileceği unutulmamalıdır. Amaç metabolik bozukluğu olan bebekleri hızla tespit ederek tedavilerini zaman kaybetmeden en etkin biçimde gerçekleştirmektir. Yenidoğanlara doğumsal hormonal ve metabolik bozukluklarının erken tanısı ve tedavisine yönelik olarak tarama testlerinin yapılması günümüzde tüm gelişmiş ülkelerde aşı uygulaması gibi standartlaşmış bir uygulamadır. Kütle spektrometresi sayesinde hemen hemen tüm yeni doğan tarama testlerine bakılabilmektedir.

Kütle Spektrometresi

Klasik olarak biyokimya ve hücre biyolojisi alanlarında belli proteinlere ve onların modifiye şekillerine karşı oluşturulan antikorları kullanarak geliştirilmiş çeşitli yöntemler mevcuttur. Birçok protein diğer proteinler ile etkileşim halinde fonksiyon gösterirler. Dolayısıyla proteomiksin ilgilendiği alanlardan bir tanesi de hangi proteinlerin ne şekilde etkileştiğini ortaya çıkarmaktır. Protein-protein etkileşimlerinin en yoğun çalışılacağı bir alan hücre sinyal yolaklarıdır. Protein protein etkileşimlerini çalışmak için çeşitli yöntemler ve yaklaşımlar mevcuttur. Bunların başlıcaları protein mikrodizilim sistemleri, immun afinite kromatografisi ve takiben kütle spektrometresi, çift polarizasyon polarimetresidir.

Kütle spektrometresi (MS) belli bir numune veya bir molekül içerisindeki bileşen kompozisyonunu ortaya çıkaran analitik bir yöntemdir. Aynı zamanda peptidler ve diğer bileşiklerin kimyasal yapısını ortaya çıkarmak için de kullanılır. MS’nin çalışma prensibi çok genel olarak kimyasal bileşikleri iyonize ederek yüklü moleküller veya yüklü molekül parçaları oluşturmak ve bunların kütle yük oranlarını belirlemektir. Bunun için tipik bir MS işlem süresince kimyasal bileşikler önce gaz haline getirilir ve daha sonra farklı yöntemlerle aynı yükteki iyonlar haline getirilir. Örneğin bir elektron bombardımanına tabi tutulup hepsi pozitif yüklü parçacıklar haline getirilebilir. Bu aynı yükteki iyonlar bir elektromanyetik alanda hızlandırılır ve neticede her bir iyonun kütle/yük oranları (m/z) hesaplanır. MS cihazları genelde üç modülden oluşur. Gaz halindeki numune moleküllerini iyonlaştıracak bir iyon kaynağına, elektromanyetik alanlar uygulayarak iyonları birbirinden ayıran bir kütle analizörüne ve her bir iyonun miktarını belirleyen detektörlere ihtiyaç vardır. MS cihazının hem kalitatif hem de kantitatif kullanım alanları bulunmaktadır. Örneğin bilinmeyen bu moleküller tanımlanır ve moleküllerin parçalanması sağlanarak yapısal özellikleri ortaya çıkarılabilir.

Kromatografinin kütle spektrometrisi ile kombinasyonu (GC-MS ve LC-MS/MS gibi), biyolojik sıvılarda veya doku örneklerinde çok sayıda metabolitin doğru ve tekrarlanabilir analizi için kullanılmaktadır. Gaz (GC) veya sıvı (LC) kromatografik tekniklerinin kapasitesi de metabolit grubuna göre (polar, lipid, organik asit vb.) birbirinden farklılık gösterdiği için bazı metabolitler sadece GC ile çalışılabilirken bazıları da sadece LC ile çalışılabilmektedir. Sonuç olarak, belirli bir hastalıkta birden fazla metabolit veya metabolit grubu değişmiş olarak bulunabildiği için GC-MS ve LC-MS teknikleri, hastalık teşhisi sırasında değişen tüm metabolitleri tamamen tanımlamak için çoğunlukla birlikte kullanılır. Öte yandan bu tekniklerin birlikte kullanılması ile önemli ölçüde değişmiş fenotipe sahip metabolit(ler)in tanımlanmasına da olanak sağlar. ⭐️

Yorum yaz