Nöroloji Uzmanı Dr. Ali Özhan Sıvacı, Endüstri Mühendisi Gülşah Çakır ve Mekatronik Mühendisi Alp Kanarer; “İlham Veren Projeler” dosyasında, çok yeni hayata geçirdikleri, MS hastalarının hayatlarını her yönüyle anlatan “Buzdağından hikayeler” çizgi roman projelerinin tüm detaylarını Fikir Liderleri Dergisi okurları ile paylaştılar.
Buzdağından Hikâyeler
Dr. Ali Özhan Sıvacı
Nöroloji Uzmanı
Gülşah Çakır
Endüstri Mühendisi
Alp Kanarer
Mekatronik Mühendisi
“Çizgi romanımızı ‘Mücadelenin her aşamasında yaşama sevincini ve direnme azmini her daim canlı tutan MS savaşçılarına’ ithaf ettik… Hem kliniğimizde, hem de Bursa MS Derneği ve Gelişi Güzel Sanatlar üzerinden yapacağımız projelerle onların her zaman yanında olmaya devam edeceğimizi bilmelerini isterim.”
MS HASTALIĞINDA GÖZLE GÖRÜLEN FİZİKSEL ENGELLİLİĞİN DIŞINDA ÇOĞU ZAMAN DIŞARIDAN FARK EDİLMEYEN, DİLE GETİRİLMEYEN VE MS’Lİ BİREYLERİN MÜCADELE ETMEK ZORUNDA KALDIĞI PEK ÇOK PROBLEM VAR. BU SEBEPLE MS HASTALIĞINI SIKLIKLA BİR “BUZDAĞI”NA BENZETİRİZ. BU YIL ÖZELLİKLE MS’DE BUZDAĞININ ALTINDA KALAN KONULARIN HEPSİNİ ANLATAN BİR HİKÂYEYİ ÇİZGİ ROMAN HALİNE GETİRİP TÜRKİYE’NİN DÖRT BİR YANINA GÖNDERMEYİ PLANLADIK VE NE MUTLU Kİ PLANLADIĞIMIZ GİBİ DE OLDU.
F. L: Sizleri tanıyabilir miyiz, bize kendinizden bahseder misiniz?
DR. ALİ ÖZHAN SIVACI: Beyin ve sinir hastalıkları uzmanıyım. Bir kamu hastanesinde görev yapıyorum. Çalışma alanımın büyük kısmını multipl skleroz yani kısaca MS olarak isimlendirdiğimiz hastalık oluşturuyor. Bursa’da hastanemizde kurduğumuz MS merkezimizde hastalara yoldaşlık etmeye çalışıyorum. Aynı zamanda insanlığın kolektif aklının en önemli iki üretiminin bilim ve sanat olduğunu düşünüyorum. Hem bana iyi geldiği için ve hem de başkalarına fayda sağlamak için uzun zamandır sahne sanatları ile de yarı profesyonel bir biçimde ilgileniyorum. Kırk küsur yaşındayım, evliyim ve iki çocuk babasıyım.
Değerli Ali Hocam, neden özellikle MS hastalığı ile ilgileniyorsunuz? Nörolojinin pek çok alt dalı varken MS’e olan ilginiz nereden kaynaklanıyor?
MS, toplum yaşamını büyük ölçüde etkileyen çok önemli bir hastalık… Genç erişkin yaştaki, yani yolun başındaki insanları tutup hayata dair tüm planları ve hayalleri bir anda alt üst edebilecek bir hastalık. Kazalar ve travmalardan sonra genç yaştaki engelliliğin en önemli sebebi MS… Ataklarla ve/veya kötüleşmelerle seyredebilen; fiziksel engelliliğin yanı sıra, hastaları dışardan fark edilmeyen pek çok sorunla da mücadele etmek zorunda bırakan bu hastalıkla ilgili farkındalığı çok önemsememiz gerekir. Neyse ki erken tanı, doğru tedavi ve yaşam tarzı değişiklikleri ile, bahsettiğimiz engelliliklerin oluşmasını günümüzde büyük oranlarda engelleyebiliyoruz. Bunu sağlamak ise elbette MS konusunda özelleşen, bilgilerini sık sık güncelleyebilen ve hastalara zaman ayırabilen hekimlerin varlığı ile mümkün. Neyse ki şehrimizde ve ülkemizde bu konuda yetkin pek çok hocamız ve hekim arkadaşımız var.
“İnsanlığın kolektif aklının en önemli iki üretiminin bilim ve sanat olduğunu düşünüyorum. Hem bana iyi geldiği için ve hem de başkalarına fayda sağlamak için uzun zamandır sahne sanatları ile de yarı profesyonel bir biçimde ilgileniyorum.”
Bahsettiğiniz bu hekimlik çalışmalarınızın yanında sanatsal çalışmalarınızın da olduğunu söylemiştiniz… Biraz da bunlardan okurlarımıza bahsedebilir misiniz? Sanat sizi nasıl motive ediyor?
Sanat insan ruhuna net olarak iyi gelen bir ilaç… İnsan sanattan ama az, ama çok, ama farkında olarak, ama olmayarak yararlanıyor aslında. Operaya, baleye, tiyatroya gitmese bile izlediği bir film, dinlediği birkaç notalık şarkı da aslında duygularını bütünleyip ruhuna iyi geliyor insanın. Bunu fark ettiğim ortaokul sıralarından bu yana sanatla uğraşarak kendimin daha iyi bir versiyonu olmaya çalışıyorum.
Gerçekten de bana ve başkalarına iyi gelsin diye sanatla uğraşıyorum. Evvelden beri bir parçası olduğum sahne sanatlarını başka bir boyuta taşımak üzere farklı meslek gruplarından arkadaşlarla bir araya gelerek 2018’de Bursa’da kısaca GGS dediğimiz Gelişi Güzel Sanatlar Kültür ve Sanat Derneği’ni kurduk. O zamandan bu zamana hayata geçirdiğimiz farklı fikirlerle pek çok insanın kendi yeteneğini keşfetmesine, kariyer planlarını değiştirmesine vesile olduk. Sanat dayanışması ile eşine az rastlanır bir dostluk ve aile ortamı kurduk. Sivil topluma ve toplumsal farkındalığa hizmet için defalarca sahneye çıktık. Özellikle sanatın iyileştirici gücünü kullanarak gerek akademik, gerekse sosyal projeler yaptık ve yapmaya devam ediyoruz.
Sizleri de aslında bir araya getiren Gelişi Güzel Sanatlar oldu öyleyse… Ne zamandır bu topluluğun üyesisiniz?
G. ÇAKIR: Üniversite ikinci sınıfta çalıştığım bir firmada birlikte iş yapığımız bir kişi vardı. Oğlunun GGS diye bir toplulukta olduğunu öğrendim. Bu vesileyle Gelişi Güzel Sanatlar’dan haberim oldu. Sosyal medya üzerinden takip ettiğim faaliyetleri ilgimi çekti. Bu kadar insanın bu toplulukta bir araya gelip hem çok eğlendiğini hem de bu kadar üretken olduğunu görmek beni çok etkilemişti. Bu yıl farklı sebeplerle biraz uzak kalsam da 2 yıldır GGS’deyim.
A. KANARER: Ben de yaklaşık 2 senedir bu oluşumda yer almaktayım. Sosyal medya sayesinde GGS’ye rastlamıştım. Sanırım hayatımın en güzel rastlantısı budur diyebilirim. GGS ekibinin içine girdikten sonra ayrılmak ya da ara vermek çok zordur. Çünkü müthiş bir aile ortamımız var. Burada herkes farklı meslek gruplarından, farklı yaşlarda olsa da kimse birbirine işiyle, yaşıyla ya da statüsü ile üstünlük kurmaya çalışmaz. Atölyede bir araya gelince ortak noktamız her zaman sanat ve üretim olmuştur. Her geçen gün daha güzel işlere imza atıyoruz.
Tam da bu noktada sormak isterim, bu yıl “Dünya MS Farkındalık Günü”nde, alışılmışın dışında bir formatta, çok güzel bir proje ortaya koydunuz. Bu projenin çıkış öyküsünü ve gelişimini, projeyle ilgili hedeflerinizi anlatır mısınız?
G. ÇAKIR: Bu projeyi Ali Hoca’dan ilk duyduğumda inanılmaz heyecanlanmıştım. Çok önemli bir projeydi ve aslında biraz kısıtlı bir vaktimiz vardı. Bu süreci hakkıyla nasıl tamamlayacağız diye düşününce de biraz korkmuştum açıkçası. Tabii ki şimdi dönüp bakınca bir başarı hikâyesi olarak görüyorum. Projede yer almamı isteyen Sn. Dr. Ali Özhan Sıvacı Hocama da teşekkürlerimi tekrar iletiyorum.
A. KANARER: Buzdağından Hikâyeler projesini Ali Hocam bana söylediğinde çok heyecanlandığımı hatırlıyorum. Çünkü harika bir iş çıkacağına Ali Hoca inanmıştı ve bu güzel işi ortaya çıkarabilmek için birlikte çalışmamız gerekiyordu. Hoca bana projeyi detaylarıyla anlatırken lafını yarıda kesip; “Hocam ben varım, bana neye ihtiyacın olduğunu söyle!” gibi bir tepki verdiğimi hatırlıyorum. GGS üyelerinin de hepsi böyle söyleyince aslında aynı anda çok iyi bir iş çıkaracağımızı düşünmeye başlamıştık. Sonuç da düşündüğümüz gibi oldu.
“MS, toplum yaşamını büyük ölçüde etkı̇leyen çok önemlı̇ bı̇r hastalık. Genç erı̇şkı̇n yaştakı̇, yanı̇ yolun başındakı̇ ı̇nsanları tutup hayata daı̇r tüm planları ve hayallerı̇ bı̇r anda alt üst edebı̇lecek bı̇r hastalık. Kazalar ve travmalardan sonra genç yaştakı̇ engellı̇lı̇ğı̇n en önemlı̇ sebebı̇ MS. Ataklarla veya kötüleşmelerle, bazen de her ı̇kı̇ durumla seyredebı̇len; fı̇zı̇ksel engellı̇lı̇ğı̇n yanı sıra, hastaları dışardan fark edı̇lmeyen pek çok sorunla da mücadele etmek zorunda bırakan bu hastalıkla ı̇lgı̇lı̇ farkındalığı çok önemsememı̇z gerekı̇r.”
Üretim aşamasında ne gibi zorluklarla karşılaştınız ve nasıl çözümler ürettiniz, kimlerle çalıştınız? Baskı ve dağıtım aşamasında endüstri yanınızda oldu mu?
G. ÇAKIR: Buzdağından Hikâyeler, farklı mekânlarda geçen farklı sahnelerden oluşuyor. Bazı sahnelerde atölye salonumuzda yeşil perde kullandık. Hepimizin farklı işleri ve mesaileri olduğu için pazar günü çalışıyorduk, dolayısıyla arkadaşımız Gizem çekimlere kızını da getirmişti. Bir sahnede çay taşıyan bir erkek çocuğu görseline ihtiyacımız vardı. Arkadaşımızın kızına kasket takıp onu oynatmıştık. Çok güzel bir tesadüftü aslında ve tam olarak bir aile olduğumuzun kanıtıydı. Farklı sahneler için ise arkadaşımız Nevra’nın evini kullandık. Sağ olsun ailesi çok misafirperverdi ve evlerini resmen işgal etmemize rağmen bizim için mükellef bir sofra hazırlamışlardı. O kadar güzel bir gündü ki, sanırım o anları hiç unutmayacağım. Belki tanışma imkânımızın bile olmayacağı insanlarla bu güzel topluluk sayesinde bir araya gelip kaynaşıp aile olmanın verdiği mutluluk çok az şeyde vardır diye düşünüyorum…
A. KANARER: Aslında benim yaşadığım zorluk, hem Ali Hoca’ya hem de çekimler sırasında ekip arkadaşlarımıza zorluk oldu… Gözlerimde astigmat ve miyop olduğu için gözlüğüm olmayınca gözlerimi kısarak bakarım. Bu alışkanlığım ekip arkadaşlarımı yer yer çileden çıkartırken bununla aynı zamanda çok da eğleniriz. Ama sanırım bu durum Ali Hoca’ya post prodüksiyon aşamasında epey ıstırap olmuş. “Yahu günlerdir senin fotolarınla yatıp kalkıyorum, bir türlü gözlerini bulamıyorum. Senin gözlerin nerde yavrum?” diye isyan ettiğini dün gibi hatırlıyorum…
DR. A. Ö. SIVACI: Evet çekimler epey zamanımızı aldı ama sonrasından daha eğlenceliydi. Çizgi romanın dijital işleri düşündüğümüzden hem daha uzun hem de daha zorlayıcıydı benim için. Sadece Alp’in gözleri değil; pek çok teknik konuyu çözmemiz gerekti. Aynı zamanda dijitaller üzerinde çalışan sevgili kardeşim Onur Ankara’da, ben Bursa’da, günlerce Zoom toplantılarıyla resimlerin üzerinden tek tek, aşama aşama geçip hikâyenin dizgisine son halini verdik ama bence en zor aşamalar bunlardı…
“Projenin daha fikir aşamasından beri bize inanıp hep yanımızda olan Ali Raif İlaç yöneticileri İlker Pazarcıoğlu ve Dr. Burcu Eşiyok sayesinde çizgi romanımızı kısa sürede, istediğimiz retro tarzda basmayı ve tüm Türkiye’ye dağıtmayı başardık. Buradan ARİS ekibine özellikle teşekkürlerimizi sunuyoruz.”
Hikâye basıldıktan sonra kendinizi bir çizgi romanın kareleri içerisinde görmek neler hissettirdi? Canlandırdığınız karakterle ilgili bağ kurabildiniz mi? Bir çizgi romanda oynamak nasıl bir duygu?
G. ÇAKIR: Çizgi romanda oynamak, aslında biraz neyin nasıl olduğunu görmeden ilerlemekti. Çünkü farklı sahneler canlandırılıyordu evet ama o kadar fazla sahne vardı ki… Hepsindeki detaylar çok önemliydi… Her detayın, her sahnenin, her anın fotoğrafı çekiliyor ama birbiri ile bağlantısını göremiyorsunuz. Biraz tedirgindim açıkçası. Ama tamamlandığında sonuç çok tatmin ediciydi. Diyaloglar ile birlikte o karelerde kendimi gördüğümde, okuyan kişilere o duyguları geçirebildim mi diye meraklandım açıkçası… Canlandırdığım karakter Fatma, hayat dolu bir genç kızdı. Aslında ben de böyle bir insan olduğum için bağ kurmak zor olmadı. Fakat hastalığını öğrendiğinde değişen hayatı kalbime dokundu ve ona “Sen bunu da başarırsın” demek istemiştim ve O da ben de; birlikte başardık…
A. KANARER: Projenin kapsamı ve amacı göz önünde bulundurulduğunda, karakterimle bağ kurabilmek adına Ali Hoca’yla sık sık konuştum. Çünkü bu anlamlı projede karakterimi tam olarak yansıtmam gerekiyordu. Kendisi karakteri detaylıca açıklayarak beni yönlendirdi. Daha önce kendimi hiç çizgi roman karakteri olarak göreceğimi düşünmemiştim, enteresan bir duygu… Ama çizgi roman elime ulaştığında “Ne güzel bir iş çıkarmışız, aferin bize!” dediğimi hatırlıyorum. Karakterleriyle, yapısıyla, ana fikriyle iyi ki bu projede aktif rol aldım diyorum kendime.
Şu ana kadar proje ile ilgili yakın çevrenizden, hekimlerden, sektör yöneticilerinden ve hastalarınızdan nasıl geri dönüşler oldu?
G. ÇAKIR: Bu proje için kesinlikle bugüne kadar yaptığım en iyi işlerden biriydi diyebilirim. Her şeyden önce insanlara bir mesaj verebilmek, hayatlara dokunabilmek için yapılan bir iş. Bu aslında çok büyük de bir sorumluluk baktığınızda. Herkesten çok güzel geri dönüşler alıyoruz, sanırım istediğimizi gerçekleştirebildik ve umarım okuyan kişilerin yüzlerinde bir gülümseme, kalplerinde bir umut bırakabilmişizdir.
A. KANARER: Yakın çevreme böyle bir projede yer aldığımdan bahsettiğimde, insanlar bana tatlı bir gıpta ile bakıyorlar. Bu geri bildirimleri duymak, görmek ve insanların gözünde anlamlı bir çalışmaya imza atmış olmak müthiş bir duygu. Sanatı anlamlandırmanın farklı tipleri vardır; bu proje de bunlardan bir tanesiydi. Böyle güzel bir iş çıkarmamıza sebep olan, başta Ali Hoca olmak üzere tüm ekip arkadaşlarıma tekrar teşekkür etmek isterim. Sanat yolcuğumuz, farkındalık yaratan projeler olunca çok daha güzel oluyor ve olmaya devam edecek.
MS tedavilerinin geleceği ve hastalık hakkında toplumsal farkındalığın artırılması konusunda neler söylemek istersiniz?
DR. A. Ö. SIVACI: MS ve benzeri hastalıklar günümüzde, nörolojik hastalıklar içinde en çok tedaviye dönük klinik çalışmaların yapıldığı hastalıklar aslında. Her geçen gün daha güçlü ve etkili bir tedavinin klinik kullanıma sunulduğu bir alan. Biz de sevgili çalışma arkadaşım Doç. Dr. Meral Seferoğlu ile birlikte Bursa Yüksek İhtisas Hastanesi’nde kurduğumuz MS merkezinde hem faz 3 klinik çalışmalarına hem de MS farkındalık projelerine büyük bir inanç ve azimle devam ediyoruz. MS savaşçılarına bu anlamlı mücadelelerinde hekimler olarak yoldaşlık etmeye çalışırken yakın bir gelecekte bu hastalıktan sonsuza dek kurtulma ümidimizi hep canlı tutuyoruz.
“Erken tanı, doğru tedavi ve yaşam tarzı değişiklikleri ile engelliliklerin oluşmasını günümüzde büyük oranlarda engelleyebiliyoruz. Bunu sağlamak ise elbette MS konusunda özelleşen, bilgilerini sık sık güncelleyebilen ve hastalara zaman ayırabilen hekimlerin varlığı ile mümkün. Neyse ki şehrimizde ve ülkemizde bu konuda yetkin pek çok hocamız ve hekim arkadaşımız var.”
MS hasta ve hasta yakınlarına iletmek istediğiniz bir mesaj var mı?
G. ÇAKIR: Bu hastalığı yaşamadan yorum yapmak çok zor elbette ama bu süreçte biraz da olsa onları anlama fırsatı yakaladık. Hayat, insana verilmiş çok güzel bir hediye. Yaşamda bazen sınavlar, bazen ödüller var. Hepimiz anlayış ve sevgiyi heybemize koyduğumuzda, yürüyemeyeceğimiz yol yok. Kalplerimizde her zaman umut olsun, yaşayabildiğimiz kadar güzel yaşayalım. Hepimiz çok değerli ve biriciğiz. Bir hastalığımızın olması bunu değiştirmez. MS’li bireylerin çevresindeki insanlar olarak onların hayatını kolaylaştırmak için ne yapmamız gerekiyorsa hep birlikte yapalım isterim; sevgiyle…
A. KANARER: Bence anahtar kelime; “Umut”. Oynadığım karakter olan Mehmet umutsuzluğa kapılmış, hayattan uzaklaşmış, içine kapanmış bir karakterdi. Ama sonrasında yaptığı olumlu seçimlerin sonucu, hayat onu başka bir insana dönüştürdü ve hayatına eskisinden çok daha iyi devam etti Mehmet… Bunun pek çok kişiye örnek olmasını diliyorum. Son bir sözüm olacaksa eğer, MS’li bireylere şunu söylemek isterim; “Yenildiğinde değil, vazgeçtiğinde kaybedersin…”
DR. A. Ö. SIVACI: Arkadaşlarım çok güzel mesajlar verdiler. Ben de bunların üzerine şunu söylemek isterim; Fatma ve Mehmet’in hikâyesi hayattan uyarlanmış, esasen son derece gerçek ve yaşayan bir hikâye… Bugüne kadar tanıştığım pek çok MS savaşçısının hayatı bunun gibi daha ne hikâyeler ve kahramanlık öyküleri ile dolu… Biz özellikle çizgi romanımızı “Mücadelenin her aşamasında yaşama sevincini ve direnme azmini her daim canlı tutan MS savaşçılarına” ithaf ettik… Hem kliniğimizde, hem de Bursa MS Derneği ve Gelişi Güzel Sanatlar üzerinden yapacağımız projelerle onların her zaman yanında olmaya devam edeceğimizi bilmelerini isterim.
Son olarak okuyucularınız aracılığıyla iletmek istediğim özel ve kişisel bir teşekkürüm var… Gerek akademik, gerekse sanatsal faaliyetlerimde her zaman yanımda olan; fikrimi geliştiren, yükümü paylaşan sevgili eşim Uzm. Dr. Fatma Nadide Sıvacı’ya sizin aracılığınızla şükranlarımı sunuyorum. Elbette ilginiz için size de teşekkür ediyorum.
Fikir Liderleri Dergisi‘nin tamamını okumak için; etik değerlerine, kanunlara ve uyum kurallarına sıkı sıkıya bağlı hareket eden Fikir Liderleri Dergisi’nin ücretsiz abonelik linkinden, önce kayıt olup sonra giriş yapabilir; aynı zamanda daha önce yayımlanmış tüm sayılarına da ulaşabilirsiniz.
Fikir Liderleri Dergisi yılda 4 sayı yayımlanıyor ve tamamı sadece hekimler ile sağlık profesyonellerine ve bürokratlarına ücretsiz ulaştırılıyor.
Yorum yaz
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.